Kayıtlar

- BEDEN ASLA YALAN SÖYLEMEZ -

umarım burada tozum bile kalmaz* dahiliye her sabah aynı yüzümü yıkıyorum terinden usanmak yok başka bir kâbusun gün geçtikçe ufalan bir gövdeyi sürükleyip eşin dostun endişesine takılıyorum oradan hastane koridorlarına dökülmüş sarı koridorlar sökük plastiklere sırt verilen koridorlar -iyi yanlarımı da hasta eden koridorlar- bir tüp kanda kendine dönük bir vahşet bütün tahlillerde parmak uçlarımda iltihap -şu yazılmak için can atan şiiri bileklerimden al- annemin teşhisleri tıptan daha isabetli: ölmesek ölmesek yürüyen bir kız evlat [hem evlat hem kız, eyvah] diş dünya kendi etrafında uğultuyla dönerken dişlerim ileri ve geri ve ileri ve geri ve ileri ve geri ne hırlamış ne ısırabilmiş bu ağız ve bu dişler öğütülmemiş bir öfkenin değirmeni bu ağız ve dişler geceleri yastığa devredip kendini bana saldıran bu ağız ve dişler bir şey anlatmaya zonklayan bu baş ağrısı, sezdirmeyi bırakıp konuşmaya geçmeli artık psikiyatri sesime reçete yazıyor doktor, bakmadı yüzüme ciprale

- SÜT ZEHİR -

  artık kötülerin daha fazla olduğunu öğretiyorlar okullarda -okullardan ve öğretmenlerden özür dilerim- dünya tarihi kalabalık bir eski defterler yığını fethetti, hükmetti, çatıştı, kazandı, topraklarına kattı -rasyonelize edilmemiş kalpler için ek açıklama- şunu mu demek istediniz: nesillerdir bizi kılıçtan geçiriyorlar torunlardır nerede başladı kesik bulamıyoruz/seninle başlamadı/ bugün doğan bebekten dün ölenin hesabını soruyorlar taze bir umut, el değmemiş vicdan, öteki sevgisinden evvel ilk altı ay anne sütü, sonra iyice sulandırılmış tarih ve kimlik bilinci kursaklarına kaşık kaşık, nefret olarak kusuyorlar açlığın yerine ölüm korkusu bayrakları ve sınırları emzik niyetine dağların ardını, dağların içini, dağları bizzat dağlar, karşı kaldırımda yürüyen yabancı tedirginliği içimize düşürüyorlar kapımızın boyası silindikçe tazeleniyor, nesillerdir bizi kurşuna diziyorlar kızlarımız anca analar, cepheye mermi taşır gibi analar ha babam doğurunca madalyonlu analar üç yetmez dört an

- KENDİNE DÖNÜŞ SEYAHATNAMESİ -

" yani kalbi yutkunmakla dolu kız kardeşlerim bu nasıl mümkün saçlarından başladılar konuşmaya " seyyidhan kömürcü sen dağlarda gerçek güden bir çobandın - haykırmak istiyorum, nasıl? - asanı zulme sebep kıldı gölgeni gören çatlamış bir aydınlık, yazık bir körlük asırlar sürdün çokça acemi ve tarihimin en usta halindeyim öyle bir yerdeyim ki buraya daha önce hiç gelmedim hayli ağır olurmuş inanç ölüsü bir bavul bilendi ve direndi, sürüklendi kollarım peşim sıra uzak evler, toplumlar, iştahlar boyunca onlar, arkamdan gelen ayak sesleri -koş, saklan, ne işin vardı- etimin kadınlığından korkutmadı beni sallanan bir terazi bir kefesi uzaklar toprağım bir kefesi evi zindanı olurmuş insanın, nasıl: etime bir dert öğretildi benim, bir korku sindi etim nasıl utandırıldı etimin insan olduğu unutuldu kardeşini doğuran* çocukların coğrafyasında etime de kılıf bulundu benim bembeyazız Soraya* talihinden ölüme soyunan kız kardeşim hakikat bir pangea, okyanus bin endişe içim, tersine dönen

- Senin Yerinde Olmak Vardı -

Aylin, sabahları kahvaltı yaptın mı, deyip köşedeki büfeden aldığı her neyse bir parça koparıp vermeyi teklif ederdi. Başlarda, benim kahvaltı adetim yoktur, deyip geçiştiriyordum, ısrar ettiği oluyordu. O tatsız tuzsuz lokmayı zar zor çiğneyip mideme bir hazımsızlık göndereceğimi bilsem de eşlik ettiğim seferler oldu. Gönülsüz ve bol gevelemeli eşliklerdi, (... devamı) İshak Edebiyat, Haziran 2021

- ALTERNATİF UYARI LEVHALARI -

Resim
1.Hayaller ve gerçekler arasındaki boşluklara dikkat ediniz. “kendime bazen sen diyorum sen üzerine alınma” Ahmet Edip Başaran yeni güne uyanan dünkü sen değilsin açık uçlu bir uçurum her heves düşmeye istediğinden başlayabilirsin duyduğunda o sesi kemiğin taşa çarpınca çıkardığı nasılsa öğreneceksin kadere bir isyan biçimi olduğunu söz vermenin verilen sözlerin dünyaya tutunamadığını sonra siper ettiğin bedenin artık saklamaya yetmediğinde yırtık bir perdenin ardında gördüğün gerçeği havada asılı bir tokadın tereddüdünü düşünürsün insansın ve en çok kendi tokadınla kızardı yanakların -dedim kendime hayat sokağı’ndaki cenaze soğukkanlılığıyla her uçurum kenarında ellerimi söktüm sırtımdan. 2. Lütfen açılmayan kapıların önünde beklemeyiniz ve gidenlere öncelik tanıyınız. gidenler oldu -üzgün veya değil- el değdikçe azan bir hakikat gibi derinleşti alnımdaki yazgı şahit yazarlar diye yüzüme bakmadım bir adını da evsizlik koyduğum dü

- ANNELER ANNELERİNİ SEVMEZ NEDEN -

başka türlüsünü bilmedim fırsat vermediler güneşi düşman belleyip sırt çevirip o parlak ışığa               çürümenin suyuyla beslediler filiz vermeye başlayan tohumu o zehir suyu katık eden, yüzyıllardır tohum saçıp, kök salıp, gölge verecekleri toprağa olur a yüzleşirsek korkusuydu el sıkışmadıkları için kıvanç duydukları o elin diğer elleri olduğu gerçeği ile çatladım, çürüdüm, isyan etmedim ellerimi yokladım on parmak, yerinde gözlerimi yokladım bütün hayretlere düşülmüştür, yerinde kulaklarımı yokladım dünden işitken, yerinde ayaklarımı yokladım ne ileri ne geri, yerinde medeniyetin bütün heykelleri, büstleri, kitabeleri durmayı benden öğrendiler yerli yerinde yumruğumu sıktım, dişlerimi sıktım, isyan etmedim iki ters hiç düz örüldüm çelişkilerin yumağından üşüyünce bile giyilmeyen hırkalar gibi hiç açılmayan kapıların arkasına asıldım eşiğimden kundura takırtısıyla çocuklar geçti babalarının adımlarıyla yürüyen hi

KARNIMIZ DOYUNCA AŞK BAŞLAYACAK*

            Başka türlü bir dünya umduğumuz muhabbetleri ağırlayan bankların yıkılıyor olmasını boş ver. O bankların yerine bizi küçümseyen gökdelenler dikecekler, yok say. O bankların yerini hepimizi yutan gösterişli binalar alacak, aldırma. Dünyadaki bütün bankları söküp atsalar da biz yine yaslanıp birbirimize, sırt sırta verip, gözlerinin içi parlayan insanlarla sürüp giden yaşamlara niyetleniriz. Şenlik olacaktı, bayram olacaktı, bakınca imrenenler olacaktı. Sırt sırta veririz yine, olacak deriz, sabret. Bak şurada bir bank var, yıkmamışlar onu daha. Bak oturuyor adam, sanki oracıkta ölüverecekmiş gibi bir yılgınlıkla. Gün boyu omzuna kementlerle bağlı duran yaşamak derdini çözüp yere bırakıyor. Denize bakıyor. Bakıyor ki gün ağardığından beri gözlerine değen kirli kent manzarası silinsin. Yolların uğultusu, iç çekişleri yorgun insanların, hızlı adımlarla kurulan telaş senfonisi kulaklarından silinsin diye dinliyor maviyi. Durup yaşamı yavaşlatmak oluyor dalgalarda kendini sek

6mayıs'17

Fırlayarak kalktın yataktan yağmurun sesini duyunca. Mayıs ayında yağmur. Allahım şükürler olsun, dedin. Dedin mi. Hiç beklemediğin anda hiç beklemediğin şeyler karşına çıktığında hep afallıyorsun. Ne diyeceğini şaşırıyorsun. Allah’a bile. Bizzat kendin, dilini dolaştıran bir şaşkınlıksın. İzahı zor bir pişmanlıksın kendi dilinde. Hala alışamadın adının şiirlerinin altına yazılmasına ama şehre o şairin gelmesi heyecanlandırıyor seni.  “bir gün buluşalım gözlerimiz olmasın” diyen şair şehrine geliyor ve genç şairlerle söyleşecek. Belki duyulacaklar vardır diye düşünüyorsun genç şair tamlamasından sonra. Bunu hiç düşünmemiş gibi geçiyorsun sıradan insan gerekçelerine. Yapacak daha iyi bir işim yok, evden çıkmak için müthiş bir neden, uzak da değil trafik çekmem. Sanki uzak olsa gitmeyeceksin, kandır kendini. Tek başına bir yerlere gitmeye artık alıştın. Çocuğunu ilk kez birine emanet eden, çok gerekli olmasa zaten başkasına hiç bırakmayacak olan anne tedirginliği yok üzerinde art

- GÖZLERİN VE ELLERİN ÜÇ KERE -

yüzünden ırmaklar akmış, ben gördüm yüzünden bensiz ırmaklar akmış bunu yanmış gözlerin bu yüzden kırmızı gözlerin görevi kötüye kullanmaktan bin kere sabıkalı ölümü öldüren kariyer planlarıyla bir yastıkta kocayıp dediler: kimse mahir değil anlamakta bir diğerini yarın beni uyandı, kaldım dünde bütün bordo koltuklara dünya adını verdim üstü başı toz bir işçinin yaslanamadığı alnında ter olmayanın sırtından sökmek varken gıcırtılı bir rahatı neden uçurumları aldım ardıma? ismim insanlığın kara tarihinden ihtimalim bütün coğrafyalardan silinmiş gibi kabullendim ruhuma biçtikleri o ben olmayan beni ütüsü bozulmamış bir gömlekti diyemediğim sözler, giydim oysa bendim kendini dahi kırıştırabilecek olan bohçasına dönememeyi koyup giden yolcu cesaretiyle suskunluk: hep içime dökülen hırçın bir şelale o eğreti gülüşü yüzümden söken ellerini başka sofralara diz kırmış iki beden olup aynı yoksulluğa ağladığımızı hep içime döküldüm dedim: bir el