KARNIMIZ DOYUNCA AŞK BAŞLAYACAK*
Başka türlü bir dünya umduğumuz muhabbetleri
ağırlayan bankların yıkılıyor olmasını boş ver. O bankların yerine bizi
küçümseyen gökdelenler dikecekler, yok say. O bankların yerini hepimizi yutan
gösterişli binalar alacak, aldırma. Dünyadaki bütün bankları söküp atsalar da
biz yine yaslanıp birbirimize, sırt sırta verip, gözlerinin içi parlayan
insanlarla sürüp giden yaşamlara niyetleniriz. Şenlik olacaktı, bayram
olacaktı, bakınca imrenenler olacaktı. Sırt sırta veririz yine, olacak deriz,
sabret.
Bak şurada bir bank var, yıkmamışlar onu daha. Bak
oturuyor adam, sanki oracıkta ölüverecekmiş gibi bir yılgınlıkla. Gün boyu
omzuna kementlerle bağlı duran yaşamak derdini çözüp yere bırakıyor. Denize
bakıyor. Bakıyor ki gün ağardığından beri gözlerine değen kirli kent manzarası
silinsin. Yolların uğultusu, iç çekişleri yorgun insanların, hızlı adımlarla
kurulan telaş senfonisi kulaklarından silinsin diye dinliyor maviyi. Durup
yaşamı yavaşlatmak oluyor dalgalarda kendini sektirmek. Dörtnala koşarken, en
nefes kesen yerindeyken koşunun, az kalsın bu kaygısız güruhun bir parçası
olacakken, dünyaya sol yanında bir yer açılacakken duruyor. Birden. Öyle bir
sarsılıyor ki hevesi düşüyor gözünden. Her sabah ayaklarına dolanıp onu bu
şehre iten hayat mücadelesi yığılıyor yere. Yükünü sırtından atıp kırlara koşan
doru bir at gibi göğsü kabarıyor denize bakarken. Eve dönmedi çünkü. Bir mola
verdi bu gidip gelmelere. Bu tekdüze sessizliği cılız bir çığlıkla da olsa
böldü. Eve dönmek yenilmektir. İnsan en çok bekleyeninin olmadığı evlere
döndüğünde kaybeder yarının umudunu, bildi. Sabahında yorgun sırtını sıvazlayan
içten bir gülüş olmadığında uyumak, geceyi eylemektir. Gecenin gönlünü
eyleyemediği günleri biriktirip geldi buraya. Bankın solundaki boşluğu,
bedeninin solundaki boşluğu üşüyerek bir bir anlattı olanları denize.
Her faninin üşüyen sol yanına öteler sıcaklığıydı
sevda. Bu buzul yangın mı düşmüştü bahtına? Neredeydi şimdi, çağırsa gelir
miydi? O da çekiyor muydu hiçbir yere ait olamamanın ağrısını, yoksa çoktan
çadırını kurmuş da meskenim mi demişti bu kara topraklara? Demesin istedi.
Diyecekse gelmesin. Yâr, yurttur. O da bilsin. Bilse ne değişir ki? Bilse ve
gelse. Ne değişir? Daha bu çamurdan çekememişken kendi ayağını, bir başkasına
nasıl gel denir? İki gönül bir olunca… İki gönül bir olunca samanlık yine
samanlıktır. Leyla’ya sorsan onu seyran edecek şey gözleri. Mecnun’a sorsan
değişmez gülüşünü hiçbir aydınlığa. Adam Leyla’yı da bildi Mecnun’u da. Ama
ağır olan bildiklerimiz değil bildirilenlerdi. Modern zamanlarda samanlıklardan
çatı olmazdı, seyranlık kimin umurundaydı zaten? Şimdi gelse. Otursa banka. Bir
şiirin başlığı gibi yakışsa yanına. Ağızlarından dökülen her söz bir dize olsa.
İlle de gelecekse böyle gelse yarınlar. Otursa banka ve omuzlarında giderek
ağırlaşan dünyayı yere bıraksa. Onun da ötelere hasreti olsa. Mutluluğu yaşamak
için değil de sızısına yoldaş aramak için tutsa elinden adamın. Her şeyin
üstesinden geleceğiz gibi kibirli yalanları olmasa dilinde, düşsek de beraber
düşeriz dese her seferinde gözleri.
Aşkı yaratan zerresini düşürmüştü elbet kuluna ama
çok şeydi adamın istediği. Yâri kör karanlıklarda arayayım derken muma dönmüş
eller bilirim. Pes etmemeyi ömrünün en korunaklı yerine çivileyen nicelerini
bilirim. Gelse de gün doğsa da değişmeyecek, bilirim. Bu dünyanın içimize
sinmeyen boşluklarına çareler yamalasalar da beraber, ellerine batsa iğneler ve
hiç umurlarında olmasa da o kan revan, değişmez. Çünkü dışardaki herkes çoktan yerini aldı bu
bitmeyeceğini sandıkları maratona katılmak için. Çünkü seslerine tek bir şiir
asmamış adamlar verdiler yarınların hükmünü. Bahçeli evlerden apartman
dairelerine taşınır gibi derin muhabbetlerden sığ ilişkilere taşındılar. Babalar
oğlumuz ne iş yapar dediler, birtakım sayılara göre verildi nicelerinin hükmü.
Kızımızın ellerinde çeyizlik nasırlar arandı, gözlerinde kanaviçe yorgunluğu. Çünkü ne kadar gösterilirse o kadar var olurdu bir
şeyler şehre bulaşan dünyada. Ne kadar çok davetli varsa o kadar kutlu. Ne
kadar konuşulursa o kadar mesuttu kızımız ve oğlumuz. Leyla ile Mecnun
olamayanlar. “Ve” ile bağlananlar.
Bütün bu mücadele niye? Dönen bir çarkın dişlisi
olmaktan başka ne anlamı var bordroların, kredilerin, senetlerin? Bankalara
istiflediğimiz paralar açın karnını doyurmuyorsa, çare değilse hiçbir
hastalığa, birilerinin gücü olup eziyorsa bir diğerini ve razı değilse vicdan
buna bu uğurda ter dökmek niye? Kıyıya çarpan her dalga yeni bir soru adamın
zihninde, yeni bir cevapsızlık. Oysa göğün altındaki o uçsuz bucaksız evsizliğe
soluk alayım diye gelmişti. Derin bir nefes çekti içine. Kaçıncı kez isyanına
niyetlendiği bunca düşünceyi sineye çekti.
-tak tak tak-
Bunlar o gelişin ayak sesleri. Elbet Leyla’ydı ismi. Oturdu banka. Ömür
şiirinin başlığı gibi yakıştı yanına. Düşersek beraber düşeriz dedi gözleri
daha ilk buluşmada. Sonra birden zor bir karar gibi dikildi karşısına. Elini
uzattı. Tuttu adam hiç tereddütsüz.
Koşuşan insanların arasından, sendeleseler de düşmemeye gayret ederek,
her adımda daha sıkı kavrayarak ellerini denize doğru yürüdüler. Eve dönmek
yenilmekti. Yenilmediler. Dışardan düşmekmiş gibi görünse de onlar dalga dalga
biriken bir sevince uzandılar. Daha birbirlerine sarılmadan umuda sarıldılar.
Bir görünüp bir kayboldular. Dalga... Leyla... Dalga... Mecnun...
İnsan eli boş geldiği dünyadan asırlık yorgunlukla
dönen değilmişçesine devam eden bu koşuyu boş ver. Çoktan tarih olmuş omuzları
ağrıtan yükün kendine yeni sahipler aradığını görmeyen gözleri yok say. Türküsünde
nefes tükettiğimiz ahşap evimizi şehre yakıştırmayanlara aldırma. Hem bak
şuramda bir bank var, sana adadığım sol yanımda. Bu kadar dert bu ruha fazla
dediğin gecelerde yaranı sarmak için, geceler gönlünü yormasın demek yerine gözlerine
dualar okuyabilmek için, sırt sırta verip olacak demek için oturacağız orda.
Şenlik olacak. Bayram olacak. Bakınca imrenenler
olacak. Sabret.
*Yeditepe İstanbul, Yusuf
Mayıs 2016
Yorumlar
Yorum Gönder