Kayıtlar

Nisan, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

- GÖZLERİN VE ELLERİN ÜÇ KERE -

yüzünden ırmaklar akmış, ben gördüm yüzünden bensiz ırmaklar akmış bunu yanmış gözlerin bu yüzden kırmızı gözlerin görevi kötüye kullanmaktan bin kere sabıkalı ölümü öldüren kariyer planlarıyla bir yastıkta kocayıp dediler: kimse mahir değil anlamakta bir diğerini yarın beni uyandı, kaldım dünde bütün bordo koltuklara dünya adını verdim üstü başı toz bir işçinin yaslanamadığı alnında ter olmayanın sırtından sökmek varken gıcırtılı bir rahatı neden uçurumları aldım ardıma? ismim insanlığın kara tarihinden ihtimalim bütün coğrafyalardan silinmiş gibi kabullendim ruhuma biçtikleri o ben olmayan beni ütüsü bozulmamış bir gömlekti diyemediğim sözler, giydim oysa bendim kendini dahi kırıştırabilecek olan bohçasına dönememeyi koyup giden yolcu cesaretiyle suskunluk: hep içime dökülen hırçın bir şelale o eğreti gülüşü yüzümden söken ellerini başka sofralara diz kırmış iki beden olup aynı yoksulluğa ağladığımızı hep içime döküldüm dedim: bir el

- LEKE -

Ölüm başka sokaklarda yol kesiyor Yaşam denen hıçkırık boğazıma doluyor yine Ben günahlarımın doğum sancısını bastırmak için dişlerimin arasına vicdan azaplarımı kıstırıyorum alnımdan sıkıntılı bir ıslaklık damlıyor diyorum dökülse alnımdaki kara lekeler de şu damlalar gibi annemin sitemlerine aldırış etmeyen saçlarım gibi dökülse aksim, zifiri bir gölge gibi düşmese aynalara şimdi şuradan cesurca silkelesem yüreğimi evimin penceresinden komşular kapımda kavgalı: -senin döküntülerin kirletti burayı içimden atsam dışıma dert bu karanlık ve neresinden tutsam elimde kalıyorumdur bir gece. dünya sırtımda çentiktir bir ömür. anlamsız bir mısra gibi uzun parmaklarla ellerimin beni ele verdiği ölü doğmuş çocuğuna isim koyan anne çaresizliği adıma, geceye, şiire… külümü savurduğum budur işte. Ekim 2016 Masa Dergi- Sayı 4- Kasım/Aralık'16

- ARZUHÂL -

düşümde değil, ayaklarımın altında atla diye bağıran köprüler gördüm kanımla karanlığımın suretini çizeyim istedim derin bir kesik gibi uzayan uzadıkça varmaktan uzaklaşan yollara zor diye bir kelime çünkü düğümlü boğazımda. ömrüme kelepçeli bekleyiş şu alnımdaki yazı annemin isim diye bıraktığı omuzlarıma sabrımın bileklerinde pranga ama olmadı öfkemin istediği sarkan bir gövde boyu pişmanlığımdı köprülerden içimde buz kesen soluğu iblisin gözümde çakmak çakan toy isyan hakkıyla sevilmemiş bir çocuk gibi kırılgan ve tedirgin sesine adadığım umuda teslim oldu: “elbet güzel günlerini göreceğiz bu sürgünün!” bir ses nasıl devası olur bütün sızıların? seni kanasın kanamasın bütün sızıların söyle, dinsin ses ver, kaldığım yerden teyelleneyim yaşama düşen bir kuş görsem masmavi süzülüp sevinç bağlayacağım yaralı kanatlarına, şaşırma düşememenin buruk hüznü var içimde niye? küçülürmüş her şey uzaklaştıkça, yalan göz görmeyince gönül ka

-diyemediğimdir.

Tende bir yarık acısıyla ikiye bölünen yolda bir yön seçtim. Yürüdüm. Senin diğer yönü seçmek mecburiyetinde olduğunu bilerek üstelik. Soğumuş bir kalple, idrak dağına tırmanarak nefes nefese, biz serdik bu ayrılığı yolumuza. Ve artık kaleme aldığım her satır, birbirine iliştirdiğim her kelime bize bir ağıt biçmek içindir. Bir gayret dökülsem de bembeyaz kağıtlara, ne kadar kelimelerden tamlamalar yapsam da; biliyorum hiçbir veda tam olmaz. Yaz dedin diye yazıyorum bu satırları da. “Yaz, yaz, yaz” dedin diye. Üç kere yaz. Belki bir kere deseydin yazmazdım. Belki bir kere. Beni belki bir kerecik olsun anlamasaydın hiç çıkmazdım kışlarımdan senin yazına. Senin alın yazına hiç düşmezdim. Alın yazına. Kaderine. Adım Kader. Bütün bir yaşamım ismimi miğfer gibi sol yanımda taşımakla geçti. Şarkılarda adım geçti. Adımın geçtiği şarkılardan geçtim ben de. Ağlayarak. Hatta ağlatılarak. Bana kaderimin bir oyunuydu bu. Böyle ağlatılmamış mıydım o köşe başında? Ama sonra sen geldin. Geldin

- MÜEBBET KAÇIKLIK -

Resim
Sırlandıkça güzelleşen bir yalan gibi üzerimdeki senaryo... Aynı yaradan kanıyorum aklıma girişinin her yıldönümünde. Yıl olgusu zamana ters düşüyor bende. İçimde aklıma baskın bir zamansızlık isyanı, Bastıramadım çığlıklarımı. Deliliğime bastım avucumdaki tüm tuzları. İçine kandığım herkesi içime aldım. İçimde sandım. Kendim saydım. Bir bakışımla yandım aynalarda. Gidenlerle yitti pencerelere yüz süren harflerim, Kalana kandım. Yalnızlığı yok sayarken bilmezliğin gölgesinde, Kalabalıklar eğreti dururdu yüreğimde. Anlayamadım. Kuşlar konardı artık yükselen omuzlara, Bu sağlam adımlara kulağım sağır. Anlamsızlardan düştüm çaresizliğimin dersini. Ben alçaldıkça yükselirdi insanlar. Ah be dost! Deliliğime bastın. Çakıldığım yerden düştüm notları. Kalemimden cenazeler kaldırdım nice acılara. Kağıdı bile kandırdım kalemi ortak ederek susuşuma. Eskimez sandığım çocukluğumu sarmışken yüreğime, Yolum düştü boşluğa. Enkazım kalktı içimden